
Dabbetül-arz nedir? Kıyamet Alametlerinden birisi de Dabbetül-Arz’dır. Peygamber Efendimiz (SAV) bu Alamet hakkında şöyle buyurmuştur.
Dabbetül-arz nedir?
“Onun alametlerinden biri, güneşin battığı yerden doğması ve kuşluk vakti insanların üzerine “dâbbe”nin çıkmasıdır. Bu alametlerden hangisi önce belirirse, ötekisi onu kısa zamanda takip edecektir.” (Müslim, Fiten, 118)
“Dâbbe, yanında Hz. Musa’nın asâsı ve Hz. Süleyman’ın mührü olduğu halde çıkar. Mü’minin yüzünü asa ile parlatacak, kâfirin burnunu da mühürle damgalayacak. O zamanda yaşayan insanlar bir araya geldiklerinde mü’min- kâfir belli olacaktır.” (Ahmed b. Hanbel, “Müsned”, II/491)
Dâbbe kelimesi “canlı, hareket eden varlık” anlamında kullanılır. Kelime anlamından hareketle tren, otomobil gibi şeylere de “dâbbe” denebilir. Mesela, bin yıl önce yaşamış birisini hayalen günümüze getirsek, yüz vagonlu treni görse “işte bu dâbbetü’l-arz” diyebilir. Ama bu kelime daha çok hayvanlar için kullanılır.
Burada “Dâbbetü’l- arz acaba tek bir fert midir? Yoksa bir tür müdür? Tek bir ferdin o kadar insana muhatap olması düşünülemez. Bu durumda onu bir tür olarak görmek daha uygun olacaktır.
Dâbbenin ne olduğu hususunda değişik yorumlar yapılmaktadır. Mesela Hz. Alinin şöyle dediği nakledilir: “Bundan murat kuyruklu değil sakallı dâbbedir.” Böyle bir bakışta onun bazı şerli insanlara işaret ettiği anlaşılabilir.
Kuran-ı Kerim Ne diyor?
“Yeryüzünde yaşayan bütün canlıların (her dâbbenin) rızkı ancak Allah’a aittir.” (Hûd, 11/6)
“Her canlının (dâbbenin) dizgini Allahın elindedir.” (Hud, 11/56)
Neml suresi 82. ayette geçen “dâbbetü’l- arz” ise, müfessirlerce genelde kıyamet alameti olarak açıklanır:
“Tehdit edildikleri şey başlarına geldiği zaman, onlara yerden bir dâbbe çıkarırız da, insanların âyetlerimize kesin olarak inanmadıklarını kendilerine söyler.”
Dinin helal-haram ölçülerine uyan insanlar bu aletlerden yararlanırlar. Böyle ölçülerden mahrum olanlar ise, daha çok zarar görürler. Çünkü bu aletler şerde ve günahta da kullanılabilmektedir ve hatta bu tarz kullanımları daha yaygındır.
Kanaatimizce dâbbenin konuşmasını dil ile konuşmak şeklinde anlama zorunluluğu yoktur. Bu konuşma “lisan-ı hal” yani hal diliyle de olabilir. Mesela trafik lambaları ve işaretlerinin dili yoktur ama insanlara çok şeyler söylerler.
Dâbbe neler söylüyor?
“Bir yaprak bile Onun ilmi dışında yere düşmez.” (En’am, 6/59)
“Hiçbir dişi O’nun bilgisi dışında hamile kalmaz ve doğurmaz.” (Fatır, 35/11)
Deli dolu esiyor görülen rüzgâr, rastgele değil, Onun emrettiği şekilde eser. Bazan meltem olur yüzümüzü okşar, bazan fırtına olur, bir “azap kamçısı” olarak görev yapar.
Bediüzzaman Hazretleri de bu konuda şöyle buyurur:
“Amma “Dabbet-ül Arz”: Kuran’da gayet mücmel bir işaret ve lisan-ı hâlinden kısacık bir ifade, bir tekellüm var. Tafsili ise; ben şimdilik, başka meseleler gibi kat’î bir kanaatle bilemiyorum. Yalnız bu kadar diyebilirim: (Laye’lemulğaybeillallah) Nasılki kavm-i Firavun’a “çekirge âfâtı ve bit belası” ve Kâbe tahribine çalışan Kavm-i Ebrehe’ye “Ebabil Kuşları” musallat olmuşlar. Öyle de: Süfyan’ın ve Deccalların fitneleriyle bilerek, severek isyan ve tuğyana ve Ye’cüc ve Me’cüc’ün anarşistliği ile fesada ve canavarlığa giden ve dinsizliğe, küfür küfrana düşen insanların akıllarını başlarına getirmek hikmetiyle, arzdan bir hayvan çıkıp musallat olacak, zîr ü zeber edecek. Allahu a’lem, o dabbe bir nev’dir. Çünki gayet büyük bir tek şahıs olsa,her yerde herkese yetişmez. Demek dehşetli bir taife-i hayvaniye olacak. Belki إِ لَّا دَابَّةُ الْأَرْضِ تَأْكُلُ مِنسَأَتَهُ âyetinin işaretiyle, o hayvan, dabbet-ül arz denilen ağaç kurtlarıdır ki; insanların kemiklerini ağaç gibi kemirecek, insanın cisminde dişinden tırnağına kadar yerleşecek. Mü’minler iman bereketiyle ve sefahet ve sû’-i istimalâttan tecennübleriyle kurtulmasına işareten, âyet, iman hususunda o hayvanı konuşturmuş.” (Nursî, Şuâlar, Beşinci Şuâ)
Bediüzzaman Hazretleri müminlerin iman bereketiyle ve sefahatten içtinap etmeleriyle böyle bir duruma düşmeyeceklerini özellikle vurgulamaktadır. Öyle ise asrımızın en dehşetli ve en büyük tehlikesi olan sefahat yangınına karşı, takva kalasına sığınmak lazımdır. Dabbetül-arz nedir?
Evet, günahların her taraftan sel gibi hücum ettiği günümüzde, nefs-i emmarenin tehlikesinden, aldatıcı ve cazibedar hevesatın hücumundan kurtulmanın yegâne çaresi, iffet, edep, hayâ ve takva dairesinde yaşamaktır. Zira nefisle cihadın en kısa yolu takvadır.
Ulvî maksatlar için yaratılan insan, bu imtihan yeri olan dünyaya sadece yemek, içmek ve zevk etmek için gönderildiğini zannedip, helal dairesindeki keyfi kâfi görmeyerek, her türlü ahlaksızlığı işlemekte ve sefahat bataklığında sürünmektedir.
İman, marifet, muhabbet, ibadet, takva, adalet ve istikamet gibi ulvi seciyelerden mahrum olan bir cemiyetten sefahat ve fuhşiyat gibi her türlü fenalık zuhur eder; memleketleri yıkar, aileleri tarumar eder, haysiyet ve şerefleri silip süpürür ve fert ve cemiyetin dünya ve ahiret hayatını zehirler.
Mazide edep ve hayâsızlığa sukut etmiş ve ahlaksızlık çukuruna düşmüş olan birçok asi kavimlere Cenâb-ı Hakk’ın vurduğu sille-i tedip ve tazip Kur’an-ı- Kerim’in birçok ayetinde nazara verilmektedir. Bir kanser mikrobu olan sefahate, çok güçlü kavim ve imparatorlukların kudretleri dahi dayanamamıştır. Bu mikrop bir cemiyete girdi mi, artık onun bünyesini kısa bir zamanda kemirir, güçsüz bırakır ve sonunda çökertir. Öyle ise geçmiş kavimlerin başına gelen o elim hadiselerden ibret alıp uyanalım, edep, hayâ ve istikamet dairesinde yaşayalım ki, gadab-ı ilâhinin celbine vesile olmayalım.
Cenab-ı Hakk’ın Kur’an-ı Kerim’de geçmiş ümmetlerin başına gelen elim hadiseleri bizlere anlatmasının hikmeti, onlardan ibret ve ders almamız içindir. Firavun ve kavmini bit, çekirge ve kurbağa istila etmişti. Ama onlar her defasında tövbelerini bozmuş, başlarına gelen musibetlerden ders almamış ve sonunda denizde boğulmuşlardı.
Hem yine Kâbe’yi yıkmak için gelen Ebrehe ve ordusuna Cenab-ı Hak sürüler halinde kuşlar göndermiş, o kuşlar gaga ve ayaklarında taşıdıkları taşlarla onları perişan etmişlerdi.
Evet, Cenab-ı Hak, insanları uyarmak ve uyandırmak için zaman zaman deprem, kasırga, açlık ve sel gibi bazı afetlerle onları ikaz etmektedir. Ancak insan öyle garip ve acip bir mahluktur ki, gaflet uykusundan uyanmasını gerektiren bir çok ayet, hadis ve tarihi hadiseler varken yine de onların birçoğu bunlardan ibret alıp uyanmaz.
Benzer Sorular İnanmayanlara Allah’ın varlığını nasıl anlatabiliriz?
İnstagram adresimizden bizimle iletişime geçebilirsiniz.
3 Yorum